25 Eylül 2008

yolculuk...




efendim önümde uzun bir yol var. maksat hem çalışmak, hem de tatil yapmak... biraz da birşeyler öğrenmek. bir 10-15 gün yokum. belki merak eden olur diye şey ettim...

23 Eylül 2008

1 dakika, 1 saat, 1 gün





altı gün olmuş yine yazmayalı. öyle görünüyor blogumda... ama bence beş gün olmadı yazmayalı...

çünkü 6 kere uyuyup uyanmadım. ya da günde 3 öğünden 18 öğün yemek yemedim. 6 günün gazetesini de okumadım. 6 kere çıkmadım evden...

düşününce dünyadaki milyarlarca insan için de geçerli tek bir zaman parametresi olması saçma gelmiyor mu size de?? herkesin 60'a kadar sayması o '1 dakika' olarak adlandırdığımız zaman dilimi kadar sürdüğünü varsaymak gibi geliyor bu bana.

bence biz zamanı durdurabiliyoruz. ya da hızlandırıp yavaşlatabiliyoruz... ama sadece belirli kalıplara sıkıştırdığımız için farkedemiyoruz bunu. hepimizin ortak bir saati varmış gibi davrandığımız için farkedemiyoruz.

size hiç 1 dakika 1 saat gibi gelmedi mi? ya da 1 saatin 1 dakika gibi çabucak tükeniverdiğini hissettiğiniz olmadı mı? sıkıcı bir dersin son 10 dakikası hiç geçmez sanki, değil mi? bir haftalık bir tatil göz açıp kapayınca bitiverir. boş boş oturduğumuzda zaman geçmez de, bir yere yetişmeye çalıştığımızda yetişemeyiz zamanın hızına... sevgilimizle geçirdiğimiz kısıtlı zaman çabucak tükenir ama işte, okulda bitmek bilmez aynı zaman...

bence herkesin kendine ait bir uzay zaman sürekliliği var. kendine özgü '1 dakika'sı var uzatıp kısaltabildiği... işte bu kendimize ait zamanın kontrolünü elimize alıp diğerlerinkinden ayırdığımız zaman gerçek özgürlüğe kavuşabiliriz. kimi buna ölüm diyor, kimi sonsuz uyku... kimi huzur, kimi mutluluk... kimi bunu yaşarken yakalayabilir, kimi öldükten sonra...

ben şu an başkalarının önüme koyduğu zamanı yaşıyorum, ama öyle ya da böyle bir gün kendi zamanımı yaşayacağımı biliyorum.

6 gündür yazmıyorum lan ne var demek yerine nasıl bir laf kalabalığı yaptım yaa... neyse...

not: resim salvador dali'nin 'melting clocks' tablosu...

18 Eylül 2008

yurttan manzaralar



'işsizlikten şikayet eden iş kazalarına tepki göstermesin.' şu kafanın güzelliğine bakar mısın yaa. şu mantığın güzelliğine bakar mısın. adama iş vermişiz hala ölüyorum diye şikayet ediyor. insanoğlu nankör arkadaş...

'üniversitenin her bir ferdi özgür düşünceyi serbestçe ifade edebilmelidir.' diyor başbakan erdoğan. bu sırada dışarıda kendisini protesto eden öğrenciler gözaltına alınıyor yaka paça... lan özgür düşünce dedi diye başbakanımızı eleştirebileceğinizi mi sandınız lan bre kafirler!!!

yüzyılın inderegandi harekatı...

özgür televizyonumuzu ve radyomuzu özgürce denetleyen özgür rtük'ün başındaki çok özgür başkanı zahid akman...

bara gittim geçen. bir su söyledim. masadaki herkes bana baktı. mahalle baskısını iliklerime kadar hissettim.

devletimin verdiği maaş emekliye yetmiyor. çalış diyor emekliye. emekli çalışıyor. çalıştığı için devletim emekli maaşını kesiyor emeklinin. emekli yine emekli oluyor. devletimin verdiği maaş yetmiyor... infinite loop...

16 Eylül 2008

the great rick in the sky





hani bazıları vardır, hakettikleri değerleri göremezler... işlerini ne kadar iyi yapsalar da yanlarında bir efsane olduğundan dolayı pek öne çıkmazlar. görev adamıdırlar bir nevi... efsaneyi belki de efsane yapanlar onlardır... ama adlarını söylesen çoğu kişi bilmez...

bunlar geçti kafamdan ntv'de 'rock müziğin yedi hali' adlı belgeseli izlerken... çünkü pink floyd vardı ekranda... arkada ise rick wright.

pink floyd soundunun ortaya çıkmasında onun o klavyesinin payı büyüktür. hiç bir zaman syd barrett, roger waters ya da david gilmour kadar öne çıkmamıştır. bu onlardan daha az efsane olduğunu göstermez. sadece karakterinden... dedim ya tam bir görev adamıdır rick...

syd barrett ile birlikte grubu tekrar toplamaya başladılar yukarda...



son olarak ölümünün ardından david gilmourun düşüncelerini yazmak istiyorum.


''no one can replace richard wright. he was my musical partner and my friend.

in the welter of arguments about who or what was pink floyd, rick's enormous input was frequently forgotten.

he was gentle, unassuming and private but his soulful voice and playing were vital, magical components of our most recognised pink floyd sound.

i have never played with anyone quite like him. the blend of his and my voices and our musical telepathy reached their first major flowering in 1971 on 'echoes'. in my view all the greatest pf moments are the ones where he is in full flow. after all, without 'us and them' and 'the great gig in the sky', both of which he wrote, what would 'the dark side of the moon' have been? without his quiet touch the album 'wish you were here' would not quite have worked.

in our middle years, for many reasons he lost his way for a while, but in the early nineties, with 'the division bell', his vitality, spark and humour returned to him and then the audience reaction to his appearances on my tour in 2006 was hugely uplifting and it's a mark of his modesty that those standing ovations came as a huge surprise to him, (though not to the rest of us).

like rick, i don't find it easy to express my feelings in words, but i loved him and will miss him enormously.''

10 Eylül 2008

yenicem seni istanbul



haydarpaşa garında elimde bavulum, merdivenlerde istanbula bakarken söylemedim bu sözü...

şehrin ortasında bir otobüs firmasının kendisine özel lüks garajında, bir elimde laptop çantası, diğerinde spor bir çanta varken de söylemedim. yakışmazdı çünkü oraya bu söz. haksız rekabet sayılırdı çünkü bu. maça önde başlamak...

yine de geçirdim içimden. bahis oynanabilse iddada benim galibiyetime 1'e 1.3 falan verirdi heralde...

ama nerden bilebilirdim ki istanbula 5 handikap verildiğini... 5 fark atamadım. yendiğimi sanıyordum ama oysa berabere kalmıştım. yenilmemiştim ama yenememiştim. yenmiştim ama ezememiştim...

ayrıldım istanbuldan... izmirdeyim şimdi. izmirin kurtuluşunu kaçırdım ama atlas deneyini yakaladım. dünyanın bir kara delik tarafından yok edilmesini kendi şehrimden izleyeceğim belki...

ama ben bu deneyin öyle dünyanın sonunu getireceğini falan düşünmüyorum. anladığımdan falan değil de koskoca stephen hawking bile bir bok olmaz dedi... o adama güvenirim ben. o ne dese inanırım... bir şey olmaz bence, içinizi ferah tutun...

yalnız televizyonda duydum. bilmem kaç milyon dolar harcanmış bu deneye... tarihin en pahalı deneyi. ulen iki parçacığı çarpıştırcaksınız bu kadar yaygara koparılır mı?

şimdi o parayla ne açlar doyar falan diyecem ama çok klasik olacak... en azından silah endüstrisine kullanılmadı diyecem ama dünyanın yok olma riski var lan!! ayrıca einstein yıllar sonra yaptığı bir araştırmanın dünyanın en ölümcül silahına dönüşüp japonyada milyonlarca insanın öleceğini bilemedi... belki de masum insanların üzerine parçacıklar atılacak... olur olur yani...

lan nerden nerey geldim. kimbilir kaç parçacık çarpışmıştır ben bunları yazarken...

o değil de bir daha ki kara delik ikimizin olsun mu sevgilim??

03 Eylül 2008

yazabilememek



uzun zamandır yazmıyordum bloga. bir haftadan fazla oldu heralde... yazmama sebebim basit aslında. internete girecek pek vakit bulamıyorum. girdiğim dönemlerde de maillerimi okumak, şöyle bir tur atmaktan yazmaya zaman olmuyor.

işin ilginci, bu kadar uzun zamandır yazmamama rağmen, yazıya başlarken ne yazacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. hala da yok... allaha emanet gidiyoruz yani. mesela iki cümle sonra ne yazıcağımı bilmiyorum. merak ediyorum ama bilmiyorum. belki de şu an yazma sebebim bu bilinmezlik. aaa demek ki bunu yazıcakmışım iki cümle sonra. evet... acaba birazdan ne yazacağım...

yani efendim gelmek istediğim nokta şu. şu son bir haftada yazıcak hiç bir şey biriktirmemişim. hani yazının başında dedim de ya, yazıcak zaman yok, o yüzden yazmıyorum diye... yalan. yani istesem aslında yaratırdım zaman.

acaba diyorum sıkıldım mı blog yazmaktan. yani yazasım yok mu artık? bir başka gelip geçici heves miydi blog?

çok çabuk sıkılan bir insanım efendim. hobileri, yaptıkları, yapmak istedikleri, yapıcakları sürekli değişen bir insanım. kendime verdiğim sözleri tutamam.

mesela şu güne kadar şunu yapıcam. yapmazsam şöle kötü bir şey olsun gibi yeminler ederim içimden. yapmam ama, ya da yapmak isterim ama yapamam... en sevmediğim özelliğim bu heralde.

'kardeşim ne abarttın lan. alt tarafı bir haftadır bir şey yazmıyorsun. söylemesen onu da farketmiycektik. ister yazarsın ister yazmazsın, çok da tın' diyebilirsiniz. ama burda olay yazmak, ya da blog değil... burda olay kendimle olan kavgam. sadece blog değil tüm yapmadıklarım ve yapmayacaklarım...

bak ne yazcağımı bilmiyorum diyordum, yazdım lan baya bir şey. yeter şimdilik bu kadar. belki haftaya yazarım bir tane daha, belki bir ay sonra, belki yarın, belki de hiç...

ama yazıcam yine. yazmazsam, galatasaray şampiyon olamasın bu sene...

25 Ağustos 2008

istesem büyük futbolcu olurdum...



efendim geçen kaptırmışım kendimi yine fm oynuyorum... kurmuşum winamp-kola-cips-fm dörtlüsünü, devirmişim sabah saat beşi...

scoutlarımı türkiye'ye genç oyuncu aramaya gönderdim.eeee avrupa'nın en iyi teknik direktörü olabilirim ama para beni bozmadı.ülkeme birşeyler vermek istiyorum...neyse bu scoutlar bana gösterdiği bu futbolcular arasında genç bir orta saha oyuncusu gözüme battı.ismi de bir yerden tanıdık geliyor...şimdi ben burda ismini verip kimseyi de efenim... 'ulan bizim x lan bu' diyorum...ama yok lan isim benzerliğidir diye olayı geçiştiriyorum.

sonra o günlerden hala görüştüğüm birine bu olayı anlattığımda 'evet lan orda oynuyo o' diyor.gülüyorum ilk başta...

daha sonra içime oturuyor acısı.ulan diyorum, ben bu çocuğun eline verirdim eskiden diyorum.çalım manyağı yapardım,o günler gözümün önüne geliyor...arabanın altına kaçan toplar,araba geçince duran oyun,herkes eski yerine dönsün,sen bir adım gerideydin...yok direk üstü,kaleci nasıl zıplasın lan oraya...

o flashback sonrası gerçek vuruyor yüzüme...o futbolcu olup kurtarmıştı kendini.ben ise boş gezen bir adam...diyorum ulan ben de bırakmasam futbolu, kırmasak şu lanet olası bacakları ben de futbolcu olurdum kimbilir... belki de galatasaray formasını tribünlerde bağırarak değil, sahada koşarak terletiyordum.

ama keşkelerle olmuyor bu hayat... olmuyor...

neyse ben açıyım da biraz daha fm oynıyayım.o şerefsizi de aldım futbol hayatını bitiricem. gönderdim pafa, kimseye de satmıycam...

22 Ağustos 2008

cimbombomum benim...

malum yarın turkcell süper lig başlıyor. yine uzun bir süre futbol konuşulacak...

burası futbol blogu değil. futbolu da sanırım ilk kez yazıcam. ama yeni sezon öncesi böyle bir yazı yazasım geldi. takımımın yani galatasarayın bu sezonki durumunu yorumlamak istedim kendimce...

öncelikle kaleden başlayalım... orkun, de sanctis, aykut ve fırat... galatasarayın şu an için en kalabalık ama bir o kadar da problemli bir yeri gibi görünse de bence öyle değil. şu bir kesin ki bu sene galatasarayın birinci kalecisi olmayacak. formayı kim daha çok iyiyse o alıcak. fırat'ın bu sene de forma bulması zor gözüküyor ama aykut gibi sabretmesi lazım onun da çünkü yetenekli bir kaleci. orkun'un bu sene biraz gerilerde kalıcağını düşünüyorum ama 'deli' orkun bizi şaşırtabilir. de sanctis ve aykut takımın kalesini koruyacak asıl isimler gibi duruyor. de sanctis şu an bence türkiyedeki en yetenekli kaleci. udinesiyi bir kaç oyuncuyla beraber taşıyanlardan... takıma alışması lazım sadece. aykutu her zaman sevmişimdir ve galatasarayın kalesini koruyacak kapasitede olduğunu düşünüyorum ama bazı eksikleri var. yan topları mesela... bence galatasaray kalesini rakibe göre koruycak kişi belirlenmeli. mesela kanatlardan yüklenen, hava toplarıyla gol arayan rakibe de sanchis, ara toplarıyla, kontrataklarla yüklenen takıma aykut...

gelelim defansa. galatasarayın en sağlam yerlerinden... türkiye liginin şu an çok üstünde ve bence çok az gol yerler. solda hakan balta, volkan ve alparslan. hakan balta ergünden sonra soğukkanlı sol kanat açığını kapattı galatasarayda. kademelere iyi giriyor ve sürpriz goller atıyor. volkan hücuma daha çok katılan bir kanat ama defansında eksiklikler var. yine rakibe göre oynayacak seçilmesi lazım. alparslan genç ve pek tanımıyorum ama geçen sene alınan serkan ve barışı düşününce vardır bir bildikleri diyorum. sağ bek eksik gibi şu an ama uğur dönüp forma girerse hiç hissedilmez bu eksiklik. o zamana kadar sabriye sabretmek lazım. defansın ortası süper denilebilir heralde. servet, emre aşık, emre güngör ve meira. diyecek bir şey yok... genç murat ve semih ise tecrübe kazanmalı...

orta saha da alternifi bol ve sorunsuz görünüyor galatasarayda... mehmet topal biraz formsuz, medya tarafından kafası karıştırılmaya çalışılıyor ama toparlıyacağına inanıyorum. linderoth umarım şanssızlığını kırar ve takıma döner. büyük roller alır bence bu sene. barış, ayhan, sabri, hasan ne zaman görev versen elinden geleni yapıcak oyuncular. başarıya aç ve patlamaya hazır ferdi, mehmet güven ve aydından (özellikle aydından) sürpriz bekliyorum. kewell sakatlanmazsa türkiye liginin yıldızı olur. arda bildiğimiz arda... lincolnden bıktım diyebilirim ve artık antipatik olmaya başladı. medya da biraz dolduruşa getiriyor ama o da hiçbir şey yapmıyor gerçekten. yeteneğini tartışmaya gerek yok ama oynamıyor adam... yedek başlayıp ikinci yarıda oyuna giren bir oyuncu olarak çok yararlı olur diyorum. favori orta saham solda kewell, sağda hasan şaş, ortada linderoth ve topal önlerinde de arda...

forvet biraz sorunlu gibi dursa da bence orası da alternatifi bol... transfer tabi ki de iyi olur ama sıradan bir forvet almaktansa hiç almamak daha iyi. şöyle brezilyadan arjantinden 18 19 yaşında bir forvet getirseler ne güzel olur ama nerdeee... neyse ümit ve nondayı tartışmaya gerek yok. arkadan yaser, erhan ve serkan geliyor. galatasaray gol sorunu çekmez bence bu sene... özellikle erhana dikkat... yasere de dikkat...

skibbe'ye gelirsek... kendisi hakkında pek bilgim yok. ama bu genç yaşına rağmen kariyeri çok iyi. tek eksiği almanya dışı tecrübesi olmaması. elinde malzeme bol... ama fantazi yapmaması lazım. dönüşümlü olarak bütün oyuncuları iyi kullanırsa hiç sorun olmaz. sonuçta kimi oynatırsa oynatsın yedek kulübesinde her zaman girer girmez oyuna etki edecek gerek defansta gerek hücumda oyunu değiştiricek oyuncular olucak... bunları iyi kullanmalı diye düşünüyorum.

galatasarayın bu sene ligde zorlanmadan şampiyon olmasını bekliyorum... ama büyük konuşmamak lazım. her an her şey olabilir. avrupada da başarı bekliyorum. şampiyonlar liginde gruplardan çıkar minumum ama benim gönlümde şükrü saraçoğlunda uefa kupasını kaldırmak var. o yüzden üçüncü olunup elenirse üzülmem aksine sevinirim bir yandan...

neyse bitiriyim... son olarak galatasarayıma yeni sezonda başarılar diliyorum...

not: alakalı şarkı bulamadığım için bu posta şarkı koyamadım...

21 Ağustos 2008

sinema tarihinin unutulmazları no 3 - un chien andalou





bugün bir kısa film hakkında bir iki bir şey söylemek istiyorum... belki de sinema tarihinde en çok ses getiren kısa film... ispanyol yönetmen salvador dali'nin 1929 tarihli ilk filmi... 'un chien andalou', türkçesi 'endülüs köpeği'...

şimdi filmin altına imzasını atan iki insan var. bunlar hakkında konuşmak istiyorum önce... ilki filmin yönetmeni, aynı zamanda senaristi luis bunuel... sinemada sürrealizmin babası sayılır kendisi. her filmi ayrı bir başyapıt, ayrı bir izlenesidir. ayrıca bu satırların yazarının en sevdiği yönetmenlerdendir. 'altın çağ'
, 'burjuvazinin dayanılmaz çekiciliği', 'belle de jour', 'las hurdes', 'los olvidados' aklıma gelen ilk filmleri...

ikinci kişi ise filmin diğer senaristi salvador dali. resimde sürrealizmin babası... delilik ve dahilik arasında gidip gelen biri. yine bu satırların yazarının en sevdiği ressamlardan...

biraz da filmle ilgili konuşalım. tarihin ilk sürrealist(gerçeküstü) -bunuel'in deyimiyle üstgerçekçi- filmi efendim 'un chien andalou'. bunuel ve dali'nin rüyalarından esinlenerek yaptıkları bir film ve ilk olmasına rağmen aynı zamanda sinemada sürrealizmin uç noktalarındandır. o dönemde resimde sürrealizm yavaş yavaş kabul görmüştü, ama sinemada, geçmişi olmayan yeni yeni kabullenilen bir sanat dalında böyle bir film yapmak tam bir delilik,ki bu deliliği ancak bu iki deli yapabilirdi... hele ki o dönemde yapılan, para kazanmak için yapılan ve eğlencelik olan filmleri düşününce. hele ki bunuel'in bu filmi annesinin iş kurması için verdiği parayla finanse ettiği düşünülürse...

filmle ilgili yapılacak pek bir yorum yok. zaten bunuel bu filmi yaparken çıktıkları yolu şu şekilde tanımlıyor... 'psikolojik, kültürel ve mantıksal hiç bir açıklamaya yer vermeyecek düşünce ve görüntüleri benimsemek, akla aykırı her düşünceye açık olmak...' bu sözden sonra konuşmam abes kaçar...

izleyin mutlaka bu filmi diyorum. şaşıracağınızı garanti ediyorum. aklınızdan asla çıkmayacak görüntüler izleyeceğinizi garanti ediyorum, anlamayacağınızı garanti ediyorum, seveceğinizi garanti ediyorum...

nerden bulabilirim diyorsanız film public domain olduğu için internetten, video paylaşım sitelerinden rahatlıkla bulunabilir. 16 dakikalık bir film zaten. haaa ben bulamadım derseniz size bizzat göndermekten de zevk duyarım efendim...

not: yukarda dinleyebileceğiniz pixies'in debaser şarkısı bu filme yazılmıştır...

19 Ağustos 2008

bir başka şehir...



başka bir şehirdeyim efendim. istanbuldayım...

stajım var demiştim sanırım bir önceki postumda. istanbulda türk hava yollarında yapıyorum stajı. haftasonundan beri burdayım...

daha önce gelmiştim istanbula. bir kaç günlüğüne de kalmıştım. çok sevmiştim şehri. belki de yakın bir sürede gideceğimi bildiğimden sevmiştim. tatilde ya da küçük bir kaçamakta olduğunu bildiğimden sevmiştim belki de... ama gerçekten sevmiştim. kusurları gözüme batmamıştı, hatta bu güzel şehirde yaşamak istemiştim bir gün...

ama şu an yaşanmaz bu şehirde diyorum. bu kalabalıkta, bu gürültüde, bu keşmekeşte... aynı kalabalık, aynı gürültü, aynı keşmekeş... neden sevmedim ki?

her gün işe git gel var çünkü. sabahın köründe kalkıp trafiğin içine atlamak var. yarım saatte yüz metre gidememek var. çünkü tatilde değilim. ve gerçekten istanbulda yaşıyorum şimdi... anlatamayacağım bir duygu belki ama sevemedim işte.

hayır, izmirliyim, izmirde yaşamak istiyorum. türkiyenin üçüncü büyük şehri. orası da kalabalık, çok bir farkı yok yani. ama oranın bence en büyük farkı, ruhsuz bir kalabalık değil. sanki bir ritim var orda, bir duygu, bir yaşama heyecanı var. abartıyorum belki, belki de saçmalıyorum, belki de sadece izmirli olduğumdan böyle ama öyle işte benim için.

neyse en azından haftasonu sami yendeyim. biletimi aldım bulmak için canım çıksa da... sırf galatasaray için bile yaşarım ben bu şehirde beee...

yok lan yaşamam. param olursa her maça gider gelirim...

not: şarkının adı çıkmıyor galiba... don mclean'dan 'american pie'... on numara şarkı...